Thursday, February 19, 2009

MAYMUN İŞTAHLI

tanıdıgım en maymun iştahlı insanlardan biriyim. bu maymun iştahlılık kavramı herkese gore farklı. benim beynimdeki anlamı çok da negatif değil.bir de benim bu yazımda bahsedeceğim maymun iştahlılığın sahip olunan ürünlerle bir alakası olmadığını daha çok eylemlerle alakalı olduğunu belirtmek isterim.
merak ve egosuzluk benim maymun iştahlılığımın temeli.
egosuzluk üzerine çok ama çok geniş yazılar yazabilirim aslında.
ancak onun yerine kısa kısa etkilerini gözler önüne seren yazılar da yazabilirim.
maymun iştahlılık bence yine başka bir nedenden de zuhur eder insanlar da o da ego fazlalığı.

bir konuda çok iyi olmak istemek, demek başkalarından daha iyi olmak demek burada ego devreye girer. bir insan çok fazla egoya sahip ise b
ir konuya merak salıp eğildiğinde ve en azından kendi çevresinde 1 no lu adam/kadın olamayacağını anlayınca o konudan vazgeçebilir. burada bu adamın gözlem yeteneğinin ve gerçekçiliğininde payı büyüktür. kendine güveni fazla olsa da egosu o kadar büyüktür ki ikinci olmayı kaldıramaz. özenti ile başlar bazen bazı konular o bulunulan grub dan farklılaşmakla da ilgilidir. bu gibi durumlarda bu konudan uzamak da çok uzun sürmez çünkü özentiyle gelen bir sürü insan birbirini bu konudan çıkarır. 

diğer kişi de egosuz olduğundan zaten her hangi bir konuda birinci veya ikinci olmayı umursamaz
her konuya merak için girer özenti için değil merakı geçince de ya bırakır ya devam eder
bu konu merakını sürekli cezbedecek bir konu ise ya da o öyle hissederse gelişmeye devam eder ama ne zaman merak edecek bir şey kalmadı çıkar bu konudan başka yerlere.

maymun iştahı kötü değildir o kadar  eğer bundan rahatsız olmuyorssan.
hiçbirşeyi o kadar ciddiye almamak lazım bu da zaten yanında her hangi bir konuda mükemmelleşememeyi getirir. bu da demek maymun iştahı.

benim suçum, benim karı kılıklılığım benim dedikodu sevme huyum yüzünden.....
herkese okuduğum, bütün postlarını en başa gidip oradan günümüze doğru gelerek okuduğum ve  herkese anlattığım PUCCA GÜNLÜK blogu yüzünden etrafımdaki insanlarda bir blog acma gazı başladı. kendim yazarken ballandırarak anlatamamışım demek ki ama okuyucu olarak acayip ballandırdım ki etrafımdakilerin isimleri şimdili
k gizli açtığı bloglar çok da güzel başladı.
hemde hepsi kendi ne has. zaten kimse PUCCA kadar cesur olamaz onu da anlayamyorum nasıl bu kadar cesur ama onun için bu kadar okunuyor. hayatını okumak beni genelde çok eğlendiriyor. ayrıca düşmanımızın yani bayanların bakış açıını inceleme durumu oluyor. 
bende mesela çok merak ediyorum 
PUCCA kimdir? PUCCA nın tipi nasıldır? pasiflora öksürük şurubudur. PUCCA yı hayatımda acaba hiç gördüm mü? Acaba resmi fotoğrafı var mı ?

şimdi etrafımda ki ve kapanmasını hiç istemediğim bloglar her ne nedenle açılmış olursa olsun.

iş hayatından bir gerçek kesit:
türkiye de yeni yeni yaygınlaşan resimli kağıttan 3D objeler hakkında en kapsamlı ve
iş hayatından çok başka bir kesit:( IT ciler toptur )
tarzının yalakası insanların takip edeceği site:
bizim de maymunluk yaptığımız:



Wednesday, February 4, 2009

GÖRDÜKLERİM VOL.1
























iş yerinde gördüklerim
bakalım yazıyı bulabilecek misin
bulduysan bunu yazan tosun okuyana kosun

Monday, February 2, 2009

VEDA

SEVGİLİ ANAMIZ IŞIK HANIM'IN

KAYINPEDERİ VE BİZİM RAHMETLİ DEDEMİZ VE HAYAT HAKKINDA Kİ YAZISI

bu edebiyat gücü biraz da bize geçseydi biz de anlatsaydık duygularımızı bu kadar kolay.

Mevlana’nın felsefesinden etkilenmeyen var mıdır? Ne söylemişse ne güzel söylemiştir. “ Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”

Marka, marka diye dolandığım; kişiliğimizin en iyi ifade edildiği hali betimlemek üzerine takıntılarımdan hareketle yaptığım her gözlemi, her tespiti getirip dayandırdığım son nokta.

Kendine biçtiğin değerin, ilişki içinde olduğun çevre tarafından “o bir markadır” ya da  “o bir fenomendir” tanımlanması ile buluştuğu yer/nokta(ymış) kişisel marka. Geçen hafta sevgili babam Ziya Yargın’ı kaybettiğimde anladım ve “marka” takıntımın nereden geldiğini de…

En sıradan yemeklerin yendiğin sofraların ritüelleri ile daha çocuk yaştayken tanışmıştım. Envai türlü Osmanlı mutfağının yemeklerinin üretildiği mutfaklarından yayılan koku, ancak bembeyaz örtülü ışıklı masalarda meyi ve sohbeti ile buluşarak tam tadına kavuşurdu. Çocuk yaşımızda duymaya başlamıştık akıcı İngilizcesinden “you are what you do” der sonra ne demek istediğini anlatırdı bizlere hayatımızı şekillendirirken yaptığımız işten başlayarak, giyimimizden, saçımıza, konuşmamızdan, tavırlarımıza, yediklerimizden, gittiğimiz yerlere, sadece yaptığımız değil gelecekte yapacağımız şeylere kadar birçok noktayı nasıl etkilediğini kendi hayatından, yaşadıklarından örneklerle anlatırdı.
Kişi ve yaşam arasındaki denge savaşında, kişiliklerimize giydirdiğimiz özelliklerimizin hayatımızın büyük bir alanını kapladığını anlatırdı.

Hafta sonlarında Ankara Hipodrumundaki at yarışlarını izlemeye giderdik adeta Ascot’taki at yarışlarına gider gibi süslü ve özenli.

Bizi biz yapan şeylerin  yediklerimiz, içtiklerimiz, okuduklarımız, tanıdıklarımız, sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz, tecrübe ettiklerimiz, düşündüklerimiz, izlediklerimiz, inandıklarımız, kazandıklarımız ve hatta kaybettiklerimiz olduğunu anlatır ve gerçek hayatta deneyimlememiz için çaktırmadan fırsatlar yaratırdı.

Ailenin önemi ve değerlerimiz bu kişisel marka değerlerinin kaynağı olarak gösterilirdi. Aileye yeni fertler katıldıkça önce ritüeller, sonra gelenekler, sonra uygulamalarla alıştırmalar için hepimiz otomatik hareket ederdik. Her bayram sabahı (ayakta durmayı öğrenmeleri yeter şarttı) torunlarının da katıldığı bayram namazları ile başlardı.

Benim oğlum Bahadır Ankara ODTÜ’de okurken yazdığı tezin İngilizce kontrolünü dedesine yaptırmış ve demiş ki “ ne mutlu bana ki ortaokulda da seninle İngilizce çalışırdım. Şimdi ödevimi de birlikte kontrol ediyoruz” bu yaklaşımdan çok etkilenmişti, hep anlatır ve derdi ki:” o mutluluk oysa ki bana aitti. Ama dile getirenin Bahadır olması beni çok bahtiyar etti”

Ziya Yargın, kendisiydi nev-i şahsına münhasır. Kendisi olmayı başarmak kendi markasını yaratmıştı. Dibe vurduğumuz zamanları anlardı. İçine düştüğümüz boşlukları görürdü. “Orada kalma, boşluklar dolmaz, boşluğu doldurduğunu düşündüğün şey aslında senin eksilmendir. Kendinin eksilmesine fırsat verme” derdi.

O bir markaydı. İyisin dediğimde, sonun çok yakın olduğunu “geçici bir güç, düzmece bir ümit… Aslında suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet gibiyim” diyerek hissettirmişti.

İçki sofralarına oturmadan beni yanına alır “henüz içki boğazımdan geçmeden söyleyeyim sonra içkiliydi söyledi der, ciddiye almazsın seni çok seviyorum”Ben de seni çok sevdim. Nur içinde yat sevgili Babam…

iki dedemin vefatı da bana şunu öğretti hayatı istediği gibi yaşayan insanların arkasından saygı geriye kalıyor. ve onların istedikleri gibi yaşayıp öldüğünü bildiğin için çok çok yıkılımıyorsun.

allah sıralı ölüm versin güzel bir temenni

benim dedemin farkı cok da dede bi adam değildi hayatın içinden hiç kopmadı 80 yaşının son 3 ayına kadar benim arkadaşlarımla akranları gibi sohbet ederdi bizim hayat hakkındaki endişelerimizi hep anlardı güncel fikirler verirdi. annemin bakış açısına ek olarak bu durum da vardı.

her canlı ölümü tadacaktır.

kimisi arkada güzel bir tad bırakacaktır.

kafanıza göre mutlu yaşayın

hayat üç günlük mezarlığa gidince de insan şunu anlıyor hırslar boş neyden mutlu olacaksan onu yap